28 Mayıs 2012 Pazartesi

Ambivalance


Neden bu uzun yılların; kilo verdiği, uykusuz kaldığı, sokaklara dahi gülümsemenin kahredici yanılgısının her yeni günde sindirmeye çalışıldığı karanlığın ardından sökmek için can atıyor şafak ? Öğretildiğimiz ve eğitildiğimiz gerçekleri niçin tehdit ediyor bugün ? Niçin düne benzemiyoruz ? Konuş. Neden tüm o yaygarayı, hurdaları, yiten şarkıların kaportalarını, ezberlenen hayallerin ukala tavırlarını, tüm o çirkinliği taşımakta usta iken kalbim; bugünü yormak ve yorumlamak korkunç güzel... Sorular soru bile etmiyorken üstelik. Kendime bir şeyleri hatırlatır gibi sıkıyorum kalbimi, yerinden söküyorum kornişleri, kapı eşiklerini, kilitleri, kilitleri, kilitleri... Ve gevşiyor aniden göğsüm. Gevşiyor asfaltlar, kalem tutan parmaklardan akıyor kan, akacak kan durmuyor damarda, esniyor ağzımız cümlelerin başında. Cümleler daha başından göstermiyor sonunu. Cümlelerin sonu olmadığından mı kavramlar ayrılıyor sana bana ? 

Bakıyorum, gövdemde aniden uzanıyor bir merdiven. Bir merdiven daha önce dayanmamıştı hiçbir boğaza, böylesine güzel, böylesine uzun ve tırmanılmaya aç. Cümleler kendiliğinden devriliyor. Ben hiçbir şey yapmıyorum pazartesileri, hiçbir şey yapmıyorum mutfak masaları, hiçbir şey yapmıyorum kültablaları, hiçbir şey yapmıyorum balkon demirleri, hiçbir şey yapmıyorum silah sesleri ! Hiçbir şey yapmıyordum ben, ortadan ikiye ayrılan gövdem... 


Ben şimdi dünyayı bir küfür gibi dilinin üstünde döndüren bir ağza meyilliyim. Kuşkusuz biraz sinirli, biraz ve en az siz kadar delirmeye meyilliyim. Kuşkusuz kuşkularım damağıma yapışmışken sadece bir hakaretten ibaretim ve kendimi uzay boşluğuna tükürebilirim. 


İbret alınacak cinsiyetsizliğimi de ağzıma alıp benzin istasyonları ve kamyon şoförleriyle öpüşeceğim. Kahrolun denge yoksunları, kahrolun polis tutanakları, kahrolun kanatsızlar, kahrolun çelik yelekler ve kahrolun bomba imha ekipleri... Asıl şimdi yana doğru eğiliyor dünya, yanında bir cenneti bir de cehennemi... 


...

26 Mayıs 2012 Cumartesi

Vaporous

     Artık yüzünün tamamına oturan o bakışı tanıyorum. Seni bakışından ve gülüşünden tanıyorum. Sesinden ve ellerinden. Göğüs kafesindeki mağaradan. Ve günahlarımızdan. Kökleri dünyanın çekirdeğine dek uzanmış uzun bir korkuyu hiçbir fikrin olmadan nasıl sökebildiğini ben biliyorum. Devirdiğimiz gökdelenler diyorum, dehşet güzeldi. Keşke, keşke hareket edebilseydim. Şimdi düşebilseydim şuraya. Ve buraya. Ve oraya. Bu kaygan gökyüzünde parçalanmayı dilerdim. Ruhunda ve dudaklarında asılı kalma isteğim, başka her şeyi imkansız kılıyor sevgilim.