14 Ekim 2014 Salı

uzam


aldığım nefesten memnuniyetsizlik duymama sebep sen şu şeytanlarla savaş. ölmek istememe sebep oluyorsun. ve avazım çıkana kadar bağırmak istememe...korkarak uyandığımda yerimi bir başkası alabilir. gözlerin, pornografik içerikli mavi bir ekranı anımsatıyor hala. daha mekanik, daha nemli, biraz daha yüksek olabilir. bir kısmım hala çıplak dolaşıyor.

14 Ekim 2013 Pazartesi

17 Mart 2013 Pazar

Ne Olacaksa...



Hiçbir şey yolunda gitmek zorunda değil oysa ki. Bir şeyler yolunda gitmiyorsa o şeyler sizin olmasını istediğiniz yola ait değil demektir. Öyleyse ne için bu keder ? Benim içinse önemli olan tek şey, hiçbir şeyin önemli olmaması. Dün gece eve ayık döndüm, bu önemliydi. Minibüs şoförü olduğumda yolculara dinleteceğim şarkıların bir listesini yaptım bu sabah. Odaklanma sorunumu bu sayede biraz olsun çözdüğümü düşünüyorum. Çok güzel gülüyordu Allahsız! O gülüşü unutmanın hiçbir yolunu bulamadığım için hatırlamamayı seçtim. Sadece seçtim. Aslında acayip romantiğim. Mesela yıl 1973 ve ben bir telefon kulübesindeyim, telefon edecek hiç kimsem yok. Ağzımı toplamam için hiçbir sebebim yok. Kırılmak için de öyle. Ama kırgın kalmak için var. Sebepler ile niyetler arasındaki salıncak çocukluğumu sallıyor, ne değişik. 23 yaşında bozuk bir yol gibiyim. Yol hareket etmez. Yol hiçbir yere gidemez. Gidemez ve buna rağmen vardığı bir yer vardır. Çekmecede unutulmuş bir mektup açacağı da olabilirdim. Artık kimse mektup yazmıyor. Kimse adresimi bilmiyor. Memnunum. İçimdeki ateşli sabrı yettirmeyi öğrettim kendimde. Beni çıldırmaktan alıkoyan tek şey bu. Çoğu zaman aklım ağzımda, sigaram başımda olsa da... Annem soruyor ''Hala kaçmaya devam mı ediyorsun?'' başımı çevirip ''Evet anne buna yaşamak diyorlar'' diyorum. Yalnızlık konusunda ne kadar arsız olduğumu tartışmanın bir anlamı yok. Bir steteskopum olsa idi kalbim olduğuna da ikna olurdum şimdi. Ama yok. Beni bekleyen bir filika yok. Bir kurtarma ekibi yok. Can yeleği yok. Bu yüzden hiçbir şeyden korkmamak çok eğlenceli. Yine de düşünmeden edemiyorum -ya tecrübesini edinmediğim bir his kalmamışsa ? Çünkü sürprizleri severim. Geçen gece çok sarhoştum. Adımı bir bıçağın üzerine kazıyıp onu bulmaya koyuldum. Yokluğunu taşıyan sokaklar tüm dünyayı doldurmuş. İşte bu cümleler kelimeden değil camdan yaratıldı.

Artık bana ne olacaksa olsundu. Ne olacaksa olsun.

- Elif Yaren

20 Ekim 2012 Cumartesi

- d a m o n

Gökyüzüne fener salıyorlar, buna inanabiliyor musun ? Japon feneri, gidenleri geçmişte bırakmanın sembolüdür. Ama alın size şaşırtıcı bir haber: biz japon değiliz ! Bu yas tutma saçmalıklarından bıktım. Sanki mum yakmak her şeyi yoluna koyacakmış gibi ! Ya da dua etmek... Ya da ''hayat kaldığı yerden devem ediyor''muş gibi davranmak. Ne diyeceğini biliyorum: ''bunlar kendini iyi hissetmeni sağlayacak elif''... Ne kadar iyi hissettirecek ? Bir dakika için mi ? Bir gün ? Ne fark ediyor ki. Çünkü sonunda birini kaybettiğinde hiçbir mum, hiçbir dua, o kişiden geriye kalanın sadece hayatında bıraktığı boşluk olduğu gerçeğini değiştirmeyecek. Ve de bir mermer.

...


1 Ağustos 2012 Çarşamba

PLACEBO




     ‘’Size aşktan bahsetmeyeceğim.’’


     Hemen her gece bir rüya görüyorum. Bunları kabus olarak adlandırmak bana doğru gelmiyor. Gündelik yaşantımda günü değil bilinç altımdaki dünyayı yaşadığım gerçeğini ele alacak olursam yaşattığım iki ben’den bahsedeceğimi inkar edemem. Uykumda girdiğim rüyalar hep yollar üzerine kuruludur. Daima bir yerden diğerine giderken izlerim kendimi. Tanımadığım ya da tanımak üzere olduğum yüzleri yanımda bulurum, bana eşlik ederler. Bundan hoşlanırım. Fakat zaman ilerledikçe içinde olduğum araba, otobüs, vapur, tren, uçak… Onlar daima fizik kurallarını alt üst ederek varlığımı yok etmeye çalışırlar. Havaya uçarlar, karşıdan gelen diğer otobüse çarparlar, batarlar, raydan çıkarlar ya da yere çakılırlar. Her felaketi an be an yaşatır bana rüyalarım. Uyandığımda bu yüzden yorgun uyanırım ve birbiri ardına sıralanmış felaketlerden her zaman sağ çıkarım. Geriye yalnızca kalp çarpıntısı kalır. Kalıcı kalp çarpıntıları… Bunu gözlerim açıkken yaşadığım hayata entegre etmeye çalıştığımda ise hala bocalarım.

     Bazen bu kadar güçlü bir kadın olmaktan nefret ediyorum. Son sürat karşımdaki duvara çarptığımda kendimi parçalarıma ayrılmış bulmayı dilediğim zamanlar çok sık çıkıyor karşıma. Fakat olmuyor… Hep o ‘’en büyük’’ acı hatırlatır kendini ve durup şöyle dersin ‘’neden canım hiç yanmıyor?’’ işte bu soru cevabıyla beni hem kanatları altında yaşatan hem de tedirgin eden tek şey. Tezer Özlü demiştir ki ‘’yaşama sevincini insan ilişkilerinden alan insanlar…’’ bu cümlenin gerisini net olarak hatırlayamıyorum. Fakat yaşama sevincimi insan ilişkilerimden almayı bıraktığımda yaşım 14’tü… İnsanlara olan inancımı elime bir makas alıp doğradım. Yalan söylemek, oyun oynamak, duygu denen zırvalıkları sömürmek konusunda oldukça iyiydim. Yaşım büyüdükçe ben de büyüdüm mü bilemiyorum fakat bu konularda ustalaştığımı görüyordum karşımdaki kırık aynada. Bu tür meziyetlere sahipseniz karşınızdaki aynanın kırık olup olmadığını önemsemeyecek kadar çaresizsiniz demektir. Önemli olan ne derece ileri gidebileceğiniz, kaç bin fitte artık aşağı inmek isteyeceğinizi bulmanız, ibreyi patlatana dek gaza basmanızdır… Bu husustaki verileri elde edene dek durmazsınız. Ben de durmadım. Durduğumda ise sahtekarlığa, riyaya, basitliğe, soysuzluğa, namussuzluğa, peygamberlere, kire, pisliğe, açlığa doymuştum. Bugün bunlara doyamayan süzgeç ruhlara gülüyorum. Onlar suyu akıtıp pisliği tutarlar yukarıda. Anlatabiliyor muyum? Açıkçası Tezer’i anlamak konulu serbest çalışmalarımda iyi bir başarı elde edemedim çünkü özümde hala çamura ve çamurlulara kafa tutmadan duramayan o küçük kız saçlarını taramakla meşgul… ''Lütfen üzerinize alınmayın''.

     Kendimi kaptırdığım çamurlu oyunlar ve güç savaşları bundan birkaç sene önce ruhumun hasarlı yerlerinden kafamın içine sızan hasta bir adam sebebiyle son buldu. Durdum. Hayır, kesinlikle aşktan bahsetmiyorum. Durdum. Sözünü ettiğim adamın bana bahşettiği şey aşk’ların asla ulaşamayacağı ikiliklerin toplamıydı. Birkaç sene öncesiydi, orada durdum: Işığın ve gölgenin en görkemlisi… Gürültülerin ve suskuların en sağır edicisi… Soğuğun ve sıcağın en şiddetlisi… Birkaç sene öncesiydi; sahip olduğum tüm organlar, kemiklerimle, ruhumla birlikte yumuşayıp birbirine karıştı; hüzün ve delilikle yoğruldu; yeni bir vücut, ten, zihin, sınırsız bir gökyüzü kazandı… Ta ki ‘’O yok olana dek’’… Birkaç sene öncesiydi işte, Tanrı’nın onu bana verip ardından da söke söke benden geri almasına anlam veremediğim günlerde çıldırmanın eşiğine yaslanıp milyon tane sigara yaktım. Çıldırmanın eşiği beni olduğum kadından koparıp bambaşka birine dönüştürdüğünde Tanrı’nın planının tıkır tıkır işlediğini fark ettim. Tanrı diyorum… Benim tanrım sizinkiyle kesinlikle aynı değil! Bu konuda anlaşalım… Farkındalıklarım beni olmam gereken kadına her gün daha da yaklaştırırken Tanrı’yı affettiğim sanılmasın. Onunla aramdaki mesele mabetlerden, kitaplardan, ibadetlerden hayli üstün bir soruna dayanmaktadır. Yine de birbirimizi çok sevdiğimizden emin olarak dinliyorum ilahileri… Bazen savaşmak sevişmekten çok daha gerçek ve güçlü bir bağı koyar ortaya.

    İnsanların benden aldıkları şeyleri düşünmek istediğimde hiçbir şey bulamıyorum. Asıl benim onlara verdiklerim kayda değer hüzünler düşürüyor mimiklerime. Saçlarımın arasında, dudaklarımın kenarında, gözlerimin kıyısında, boynumdaki uzun yolda pek çok isimle karşılaşabilirsiniz. Fakat gözlerimdeki altın haleleri göz bebeğime yerleştiren isimle olan hikayem asla sona ermeyecektir. Bunu bir tek Tanrı bilir. Kendi kendime kafa tutacak kadar cesur ve mecburum, görüyorsunuz… 23 yaşında bir kadınım. Ciddiye alınacak bir yeteneğim yok. Çok uzun süredir yalan söylemiyorum. Bir süre önce biriktirdiğim tüm patlayıcıları, ateşli silahları, miğferimi ve kurşunlarımı birkaç ucuz yalana sattım. İnandığım değerlerin yok olacağını bile bile onların yakasını asla bırakmayacağımı biliyordum. Çünkü son gazla girdiğim yoldan artistik bir U dönüşü yapıp dönmek o yolun sonunda dımdızlak kalmaktan çok daha aşağılık gelir bana. ‘’Til Enda’’ İzlandacada ‘’Sonuna Kadar’’ anlamına gelir. Bazen de kullanıldığı yere göre ‘’Son Vermek İçin’’ anlamı kazanır. Bu beni nasıl kullandığınıza bağlıdır. Elbette eğer ben izin verirsem… Şunu söylemeden edemem; benim size verdiklerim ya da sizin benden aldığınızı sandıklarınız beni sizden daha cesur yapıyor, daha saf, daha akışkan, çok daha tehlikeli…

    ‘’Güç…’’

    Güç, dünya üzerinde kaç milyar insan varsa herkesin bir şekilde sahip olmak istediği şeydir. Bazıları bunun karın tokluğundan geçtiğini söyler, bazıları paradan, bazıları uyuşturucudan, bazıları aşktan, bazıları seksten, bazıları dualardan… Ben gücün üzülmekten geçtiğini savunanlardanım. Belki de bunu savunan tek kişiyim… Eğer küçükken yeterince üzülmüşseniz o noktadan aşağı indiğinizde karşınıza çıkan kimse sizi üzemez. Eğer yeterince üzüldüyseniz ve bunun üzerine hayatla çok sık sohbet ettiyseniz karşınıza sizi üzmek için çıkan çaresiz ruhlar sizden tek bir söz işitemez. Eğer üzülmeye değer bir hikayeniz varsa size tavsiyem çok sağlam bir şekilde dibe vurmanızdır. Yalnızca bir defa! Dibe vurun ve oradan çıkmak için çabalamayın. Çünkü bir gün size kimsenin hiçbir şey yapamadığını gördüğünüzde acının bir kaldırma kuvveti olduğunu fark edeceksiniz. İşte güç benim ruhumun sınırları içinde budur. Kim bana ne yapabilir? Fiyakalı bir mutsuzluk verecek kadar yakışıklı bir kalbe kim sahip? Kendime mutluluk dilemiyorum, tıpkı kimseye mutluluk bahşetmediğim gibi… Fakat biraz üzüntü isterim. Bu güzel olur. Beni üzecek kadar geniş bir gövdeye sahip, kalbime hüzün dökecek kadar deli bir ruha sahip arsız birini alabilirim içime… İşte bu bana yaşadığımı hissettirir.

    Eğer benim gibi yeterince güçlüysen sana benzeyen insanlara seni üzmeleri için şans verirsin… Ve onlara bağışladığın bu şansı kullanamayacak kadar, seni üzecek kifayete sahip olamayacak kadar zayıf olduklarını gördüğünde; bu kalbini kırmaz. Bırak girsinler yaşamına, kalbine, yatağına, gözlerine, gamzelerine, saçlarına, yollarına… Bu sana hiçbir şey kaybettirmez. Bu seni yalnızca haklı çıkarır. Başından beri bildiğin doğruları kanıtlar. Olman gereken kişiye daha fazla yaklaştığını anlatır sana bu. Bu seni yalnızlaştırmaz, gürültülü kılar… Ve ben sanki, yüzyıllardır süre gelen gürültüme bağımlıyım. İçime eklediğim her yeni gürültüde kendime bir kez daha hayranım. Birkaç ucuz yalana sattığım bombalara, çelik yeleğe, silahlara ve yedek kurşunlara artık ihtiyacım yok. Hiç birini özlemiyor ve istemiyorum. Onlar olmadan da kırılmaz, dökülmez, parçalamaz, yanmaz ve yapışmaz olduğumu kanıtladım kalbime ve Tanrı’nın benden geri aldığı o sarışın fotoğrafa… İşte bu yüzden ben cehennemde cayır cayır yandıktan sonra cennete gidip orayı cehenneme çevirecek tek kadınım. Bu bahsettiklerim ‘’hiçbir şeye’’ tekabül ediyor. Ve doğruyu söylemek gerekirse günümüzde sahip olduğumuz ‘’hiçbir şey’’ ‘’her şeye’’ denk düşüyor.

    Siz de benim gibi hiçbir şeyseniz, her şeysiniz demektir.

    Afiyet olsun…





Elif Yaren

23 Temmuz 2012 Pazartesi

''Öldüğü gün hatırlayanlardan nefret ederim ama unutamadığım bir şey var.''



Geçen sene bugün sanıyorum ki bu saatlerde Ege’ye kıyısı olan herhangi bir beldenin herhangi bir otogarında bulunan ve herhangi bir firmaya ait olan herhangi bir yazıhanede elimdeki biletin üzerinde yazan saatin gelmesini bekliyordum. Gitmek için can attığım şehir Edirne’ydi. Edirne… Yıl 2011 ise aylardan temmuzsa ve ben Edirne’ye kaçıyorsam mutlaka hiçbir şey yolunda gitmiyordur, bineceğim otobüs hariç… 
Tüm yolu otobüsün penceresinden yolları izleyerek geçirdim. Hiçbir şey dinlemiyordum hiçbir şey okumuyordum. Yaptığım tek şey taptığım kaosun içinden nasıl sağ çıkabileceğimi düşünmek ve asla bir sonuca varamamaktı. Sonuca gidememeye tapıyordum. O otobüste benim kadar üzgün bir başka insan aradım, bulamadım. Eğer bir otobüse üzgün bindiyseniz üzgün inmek zorundasınızdır, yol bunu değiştirecek güçte değildir. Çağlar öncesini yazmaya çalışıyormuşum gibi zorlanıyorum şimdi… Önce Amy’nin ölüm haberini okudum. Ne hissettiğimi ifade edemeyeceğim fakat onun ölümü topladığım her şeyi dağıtmama sebep oldu. Telefondaki adam beni sevdiğini söylüyordu. Telefondaki adam Amy’e olanların kendisinin başına gelmeyeceğini tekrarlıyordu. Telefondaki adam bana bunu yaşatmayacağına söz veriyordu. Telefondaki adam benim için hayatta kalacağına yemin ediyordu. Beni girdiğim şoktan çıkarmaya çalışıyordu nefes almadan sıraladığı cümlelerle… O gün vardı telefondaki adam, telefondaydı. Ben telefonu donmuş olan zihnimle bıraktıktan sonra; onun beni ayakta tutabilmek adına kurduğu cümlelerin ağırlığına dayanamayıp iğneye sarılacağını biliyordum. Ben otobüsteydim, yollar beni bir yere götürüyordu ama nereye ? Donmuş olan zihnim bildiklerimle ve unuttuklarımla birlikte sıvıya dönüşerek bir şırınganın içine doldu, yol aldı onun damarlarına doğru… Telefonu, beni, Amy’i, beni kurtarmak adına kurduğu her cümleyi enzimlerine ayırdı adam. Parçalandım iliklerime varana dek. Söküldüm. Çözündüm. Buharlaşmıştım. Otobüsten indiğimde vardığım yerin Edirne olduğunu fark ettim. Bir taksi çevirip doğruca evime girdim. Soyunup yatağıma girdim. Yatağımda uykuya girdim.  O gün uyandığımda, onun hala hayatta olacağı bir dünyaya gözlerimi açacağıma öyle inandırdım ki kendimi, hala uykumda zaman zaman tebessüm etmemin sebebi bu inançtır…
Bugün; Amy’nin ve bu bahsettiğim anımın yıldönümü.
Bugün; Amy yok… O adam da… 


Elif Yaren