‘’Size aşktan
bahsetmeyeceğim.’’
Hemen her gece bir rüya
görüyorum. Bunları kabus olarak adlandırmak bana doğru gelmiyor. Gündelik
yaşantımda günü değil bilinç altımdaki dünyayı yaşadığım gerçeğini ele alacak
olursam yaşattığım iki ben’den bahsedeceğimi inkar edemem. Uykumda girdiğim
rüyalar hep yollar üzerine kuruludur. Daima bir yerden diğerine giderken
izlerim kendimi. Tanımadığım ya da tanımak üzere olduğum yüzleri yanımda
bulurum, bana eşlik ederler. Bundan hoşlanırım. Fakat zaman ilerledikçe içinde
olduğum araba, otobüs, vapur, tren, uçak… Onlar daima fizik kurallarını alt üst
ederek varlığımı yok etmeye çalışırlar. Havaya uçarlar, karşıdan gelen diğer
otobüse çarparlar, batarlar, raydan çıkarlar ya da yere çakılırlar. Her
felaketi an be an yaşatır bana rüyalarım. Uyandığımda bu yüzden yorgun uyanırım
ve birbiri ardına sıralanmış felaketlerden her zaman sağ çıkarım. Geriye
yalnızca kalp çarpıntısı kalır. Kalıcı kalp çarpıntıları… Bunu gözlerim açıkken
yaşadığım hayata entegre etmeye çalıştığımda ise hala bocalarım.
Bazen bu kadar güçlü bir
kadın olmaktan nefret ediyorum. Son sürat karşımdaki duvara çarptığımda kendimi
parçalarıma ayrılmış bulmayı dilediğim zamanlar çok sık çıkıyor karşıma. Fakat
olmuyor… Hep o ‘’en büyük’’ acı hatırlatır kendini ve durup şöyle dersin
‘’neden canım hiç yanmıyor?’’ işte bu soru cevabıyla beni hem kanatları altında
yaşatan hem de tedirgin eden tek şey. Tezer Özlü demiştir ki ‘’yaşama sevincini
insan ilişkilerinden alan insanlar…’’ bu cümlenin gerisini net olarak
hatırlayamıyorum. Fakat yaşama sevincimi insan ilişkilerimden almayı bıraktığımda
yaşım 14’tü… İnsanlara olan inancımı elime bir makas alıp doğradım. Yalan
söylemek, oyun oynamak, duygu denen zırvalıkları sömürmek konusunda oldukça
iyiydim. Yaşım büyüdükçe ben de büyüdüm mü bilemiyorum fakat bu konularda
ustalaştığımı görüyordum karşımdaki kırık aynada. Bu tür meziyetlere sahipseniz
karşınızdaki aynanın kırık olup olmadığını önemsemeyecek kadar çaresizsiniz
demektir. Önemli olan ne derece ileri gidebileceğiniz, kaç bin fitte artık
aşağı inmek isteyeceğinizi bulmanız, ibreyi patlatana dek gaza basmanızdır… Bu
husustaki verileri elde edene dek durmazsınız. Ben de durmadım. Durduğumda ise
sahtekarlığa, riyaya, basitliğe, soysuzluğa, namussuzluğa, peygamberlere, kire,
pisliğe, açlığa doymuştum. Bugün bunlara doyamayan süzgeç ruhlara gülüyorum.
Onlar suyu akıtıp pisliği tutarlar yukarıda. Anlatabiliyor muyum? Açıkçası
Tezer’i anlamak konulu serbest çalışmalarımda iyi bir başarı elde edemedim
çünkü özümde hala çamura ve çamurlulara kafa tutmadan duramayan o küçük kız
saçlarını taramakla meşgul… ''Lütfen üzerinize alınmayın''.
Kendimi kaptırdığım çamurlu
oyunlar ve güç savaşları bundan birkaç sene önce ruhumun hasarlı yerlerinden
kafamın içine sızan hasta bir adam sebebiyle son buldu. Durdum. Hayır,
kesinlikle aşktan bahsetmiyorum. Durdum. Sözünü ettiğim adamın bana bahşettiği
şey aşk’ların asla ulaşamayacağı ikiliklerin toplamıydı. Birkaç sene öncesiydi,
orada durdum: Işığın ve gölgenin en görkemlisi… Gürültülerin ve suskuların en sağır
edicisi… Soğuğun ve sıcağın en şiddetlisi… Birkaç sene öncesiydi; sahip olduğum
tüm organlar, kemiklerimle, ruhumla birlikte yumuşayıp birbirine karıştı; hüzün
ve delilikle yoğruldu; yeni bir vücut, ten, zihin, sınırsız bir gökyüzü kazandı…
Ta ki ‘’O yok olana dek’’… Birkaç sene öncesiydi işte, Tanrı’nın onu bana verip
ardından da söke söke benden geri almasına anlam veremediğim günlerde
çıldırmanın eşiğine yaslanıp milyon tane sigara yaktım. Çıldırmanın eşiği beni
olduğum kadından koparıp bambaşka birine dönüştürdüğünde Tanrı’nın planının
tıkır tıkır işlediğini fark ettim. Tanrı diyorum… Benim tanrım sizinkiyle
kesinlikle aynı değil! Bu konuda anlaşalım… Farkındalıklarım beni olmam gereken
kadına her gün daha da yaklaştırırken Tanrı’yı affettiğim sanılmasın. Onunla
aramdaki mesele mabetlerden, kitaplardan, ibadetlerden hayli üstün bir soruna
dayanmaktadır. Yine de birbirimizi çok sevdiğimizden emin olarak dinliyorum
ilahileri… Bazen savaşmak sevişmekten çok daha gerçek ve güçlü bir bağı koyar
ortaya.
İnsanların benden aldıkları
şeyleri düşünmek istediğimde hiçbir şey bulamıyorum. Asıl benim onlara
verdiklerim kayda değer hüzünler düşürüyor mimiklerime. Saçlarımın arasında,
dudaklarımın kenarında, gözlerimin kıyısında, boynumdaki uzun yolda pek çok isimle
karşılaşabilirsiniz. Fakat gözlerimdeki altın haleleri göz bebeğime yerleştiren
isimle olan hikayem asla sona ermeyecektir. Bunu bir tek Tanrı bilir. Kendi
kendime kafa tutacak kadar cesur ve mecburum, görüyorsunuz… 23 yaşında bir
kadınım. Ciddiye alınacak bir yeteneğim yok. Çok uzun süredir yalan
söylemiyorum. Bir süre önce biriktirdiğim tüm patlayıcıları, ateşli silahları,
miğferimi ve kurşunlarımı birkaç ucuz yalana sattım. İnandığım değerlerin yok
olacağını bile bile onların yakasını asla bırakmayacağımı biliyordum. Çünkü son
gazla girdiğim yoldan artistik bir U dönüşü yapıp dönmek o yolun sonunda
dımdızlak kalmaktan çok daha aşağılık gelir bana. ‘’Til Enda’’ İzlandacada
‘’Sonuna Kadar’’ anlamına gelir. Bazen de kullanıldığı yere göre ‘’Son Vermek
İçin’’ anlamı kazanır. Bu beni nasıl kullandığınıza bağlıdır. Elbette eğer ben
izin verirsem… Şunu söylemeden edemem; benim size verdiklerim ya da sizin
benden aldığınızı sandıklarınız beni sizden daha cesur yapıyor, daha saf, daha
akışkan, çok daha tehlikeli…
‘’Güç…’’
Güç, dünya üzerinde kaç
milyar insan varsa herkesin bir şekilde sahip olmak istediği şeydir. Bazıları
bunun karın tokluğundan geçtiğini söyler, bazıları paradan, bazıları
uyuşturucudan, bazıları aşktan, bazıları seksten, bazıları dualardan… Ben gücün
üzülmekten geçtiğini savunanlardanım. Belki de bunu savunan tek kişiyim… Eğer
küçükken yeterince üzülmüşseniz o noktadan aşağı indiğinizde karşınıza çıkan
kimse sizi üzemez. Eğer yeterince üzüldüyseniz ve bunun üzerine hayatla çok sık
sohbet ettiyseniz karşınıza sizi üzmek için çıkan çaresiz ruhlar sizden tek bir
söz işitemez. Eğer üzülmeye değer bir hikayeniz varsa size tavsiyem çok sağlam
bir şekilde dibe vurmanızdır. Yalnızca bir defa! Dibe vurun ve oradan çıkmak
için çabalamayın. Çünkü bir gün size kimsenin hiçbir şey yapamadığını
gördüğünüzde acının bir kaldırma kuvveti olduğunu fark edeceksiniz. İşte güç
benim ruhumun sınırları içinde budur. Kim bana ne yapabilir? Fiyakalı bir
mutsuzluk verecek kadar yakışıklı bir kalbe kim sahip? Kendime mutluluk
dilemiyorum, tıpkı kimseye mutluluk bahşetmediğim gibi… Fakat biraz üzüntü
isterim. Bu güzel olur. Beni üzecek kadar geniş bir gövdeye sahip, kalbime
hüzün dökecek kadar deli bir ruha sahip arsız birini alabilirim içime… İşte bu
bana yaşadığımı hissettirir.
Eğer benim gibi yeterince
güçlüysen sana benzeyen insanlara seni üzmeleri için şans verirsin… Ve onlara
bağışladığın bu şansı kullanamayacak kadar, seni üzecek kifayete sahip
olamayacak kadar zayıf olduklarını gördüğünde; bu kalbini kırmaz. Bırak
girsinler yaşamına, kalbine, yatağına, gözlerine, gamzelerine, saçlarına,
yollarına… Bu sana hiçbir şey kaybettirmez. Bu seni yalnızca haklı çıkarır.
Başından beri bildiğin doğruları kanıtlar. Olman gereken kişiye daha fazla
yaklaştığını anlatır sana bu. Bu seni yalnızlaştırmaz, gürültülü kılar… Ve ben
sanki, yüzyıllardır süre gelen gürültüme bağımlıyım. İçime eklediğim her yeni
gürültüde kendime bir kez daha hayranım. Birkaç ucuz yalana sattığım bombalara,
çelik yeleğe, silahlara ve yedek kurşunlara artık ihtiyacım yok. Hiç birini
özlemiyor ve istemiyorum. Onlar olmadan da kırılmaz, dökülmez, parçalamaz,
yanmaz ve yapışmaz olduğumu kanıtladım kalbime ve Tanrı’nın benden geri aldığı
o sarışın fotoğrafa… İşte bu yüzden ben cehennemde cayır cayır yandıktan sonra
cennete gidip orayı cehenneme çevirecek tek kadınım. Bu bahsettiklerim ‘’hiçbir
şeye’’ tekabül ediyor. Ve doğruyu söylemek gerekirse günümüzde sahip olduğumuz
‘’hiçbir şey’’ ‘’her şeye’’ denk düşüyor.
Siz de benim gibi hiçbir şeyseniz,
her şeysiniz demektir.
Afiyet olsun…
Elif Yaren
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder