1 Ağustos 2012 Çarşamba

PLACEBO




     ‘’Size aşktan bahsetmeyeceğim.’’


     Hemen her gece bir rüya görüyorum. Bunları kabus olarak adlandırmak bana doğru gelmiyor. Gündelik yaşantımda günü değil bilinç altımdaki dünyayı yaşadığım gerçeğini ele alacak olursam yaşattığım iki ben’den bahsedeceğimi inkar edemem. Uykumda girdiğim rüyalar hep yollar üzerine kuruludur. Daima bir yerden diğerine giderken izlerim kendimi. Tanımadığım ya da tanımak üzere olduğum yüzleri yanımda bulurum, bana eşlik ederler. Bundan hoşlanırım. Fakat zaman ilerledikçe içinde olduğum araba, otobüs, vapur, tren, uçak… Onlar daima fizik kurallarını alt üst ederek varlığımı yok etmeye çalışırlar. Havaya uçarlar, karşıdan gelen diğer otobüse çarparlar, batarlar, raydan çıkarlar ya da yere çakılırlar. Her felaketi an be an yaşatır bana rüyalarım. Uyandığımda bu yüzden yorgun uyanırım ve birbiri ardına sıralanmış felaketlerden her zaman sağ çıkarım. Geriye yalnızca kalp çarpıntısı kalır. Kalıcı kalp çarpıntıları… Bunu gözlerim açıkken yaşadığım hayata entegre etmeye çalıştığımda ise hala bocalarım.

     Bazen bu kadar güçlü bir kadın olmaktan nefret ediyorum. Son sürat karşımdaki duvara çarptığımda kendimi parçalarıma ayrılmış bulmayı dilediğim zamanlar çok sık çıkıyor karşıma. Fakat olmuyor… Hep o ‘’en büyük’’ acı hatırlatır kendini ve durup şöyle dersin ‘’neden canım hiç yanmıyor?’’ işte bu soru cevabıyla beni hem kanatları altında yaşatan hem de tedirgin eden tek şey. Tezer Özlü demiştir ki ‘’yaşama sevincini insan ilişkilerinden alan insanlar…’’ bu cümlenin gerisini net olarak hatırlayamıyorum. Fakat yaşama sevincimi insan ilişkilerimden almayı bıraktığımda yaşım 14’tü… İnsanlara olan inancımı elime bir makas alıp doğradım. Yalan söylemek, oyun oynamak, duygu denen zırvalıkları sömürmek konusunda oldukça iyiydim. Yaşım büyüdükçe ben de büyüdüm mü bilemiyorum fakat bu konularda ustalaştığımı görüyordum karşımdaki kırık aynada. Bu tür meziyetlere sahipseniz karşınızdaki aynanın kırık olup olmadığını önemsemeyecek kadar çaresizsiniz demektir. Önemli olan ne derece ileri gidebileceğiniz, kaç bin fitte artık aşağı inmek isteyeceğinizi bulmanız, ibreyi patlatana dek gaza basmanızdır… Bu husustaki verileri elde edene dek durmazsınız. Ben de durmadım. Durduğumda ise sahtekarlığa, riyaya, basitliğe, soysuzluğa, namussuzluğa, peygamberlere, kire, pisliğe, açlığa doymuştum. Bugün bunlara doyamayan süzgeç ruhlara gülüyorum. Onlar suyu akıtıp pisliği tutarlar yukarıda. Anlatabiliyor muyum? Açıkçası Tezer’i anlamak konulu serbest çalışmalarımda iyi bir başarı elde edemedim çünkü özümde hala çamura ve çamurlulara kafa tutmadan duramayan o küçük kız saçlarını taramakla meşgul… ''Lütfen üzerinize alınmayın''.

     Kendimi kaptırdığım çamurlu oyunlar ve güç savaşları bundan birkaç sene önce ruhumun hasarlı yerlerinden kafamın içine sızan hasta bir adam sebebiyle son buldu. Durdum. Hayır, kesinlikle aşktan bahsetmiyorum. Durdum. Sözünü ettiğim adamın bana bahşettiği şey aşk’ların asla ulaşamayacağı ikiliklerin toplamıydı. Birkaç sene öncesiydi, orada durdum: Işığın ve gölgenin en görkemlisi… Gürültülerin ve suskuların en sağır edicisi… Soğuğun ve sıcağın en şiddetlisi… Birkaç sene öncesiydi; sahip olduğum tüm organlar, kemiklerimle, ruhumla birlikte yumuşayıp birbirine karıştı; hüzün ve delilikle yoğruldu; yeni bir vücut, ten, zihin, sınırsız bir gökyüzü kazandı… Ta ki ‘’O yok olana dek’’… Birkaç sene öncesiydi işte, Tanrı’nın onu bana verip ardından da söke söke benden geri almasına anlam veremediğim günlerde çıldırmanın eşiğine yaslanıp milyon tane sigara yaktım. Çıldırmanın eşiği beni olduğum kadından koparıp bambaşka birine dönüştürdüğünde Tanrı’nın planının tıkır tıkır işlediğini fark ettim. Tanrı diyorum… Benim tanrım sizinkiyle kesinlikle aynı değil! Bu konuda anlaşalım… Farkındalıklarım beni olmam gereken kadına her gün daha da yaklaştırırken Tanrı’yı affettiğim sanılmasın. Onunla aramdaki mesele mabetlerden, kitaplardan, ibadetlerden hayli üstün bir soruna dayanmaktadır. Yine de birbirimizi çok sevdiğimizden emin olarak dinliyorum ilahileri… Bazen savaşmak sevişmekten çok daha gerçek ve güçlü bir bağı koyar ortaya.

    İnsanların benden aldıkları şeyleri düşünmek istediğimde hiçbir şey bulamıyorum. Asıl benim onlara verdiklerim kayda değer hüzünler düşürüyor mimiklerime. Saçlarımın arasında, dudaklarımın kenarında, gözlerimin kıyısında, boynumdaki uzun yolda pek çok isimle karşılaşabilirsiniz. Fakat gözlerimdeki altın haleleri göz bebeğime yerleştiren isimle olan hikayem asla sona ermeyecektir. Bunu bir tek Tanrı bilir. Kendi kendime kafa tutacak kadar cesur ve mecburum, görüyorsunuz… 23 yaşında bir kadınım. Ciddiye alınacak bir yeteneğim yok. Çok uzun süredir yalan söylemiyorum. Bir süre önce biriktirdiğim tüm patlayıcıları, ateşli silahları, miğferimi ve kurşunlarımı birkaç ucuz yalana sattım. İnandığım değerlerin yok olacağını bile bile onların yakasını asla bırakmayacağımı biliyordum. Çünkü son gazla girdiğim yoldan artistik bir U dönüşü yapıp dönmek o yolun sonunda dımdızlak kalmaktan çok daha aşağılık gelir bana. ‘’Til Enda’’ İzlandacada ‘’Sonuna Kadar’’ anlamına gelir. Bazen de kullanıldığı yere göre ‘’Son Vermek İçin’’ anlamı kazanır. Bu beni nasıl kullandığınıza bağlıdır. Elbette eğer ben izin verirsem… Şunu söylemeden edemem; benim size verdiklerim ya da sizin benden aldığınızı sandıklarınız beni sizden daha cesur yapıyor, daha saf, daha akışkan, çok daha tehlikeli…

    ‘’Güç…’’

    Güç, dünya üzerinde kaç milyar insan varsa herkesin bir şekilde sahip olmak istediği şeydir. Bazıları bunun karın tokluğundan geçtiğini söyler, bazıları paradan, bazıları uyuşturucudan, bazıları aşktan, bazıları seksten, bazıları dualardan… Ben gücün üzülmekten geçtiğini savunanlardanım. Belki de bunu savunan tek kişiyim… Eğer küçükken yeterince üzülmüşseniz o noktadan aşağı indiğinizde karşınıza çıkan kimse sizi üzemez. Eğer yeterince üzüldüyseniz ve bunun üzerine hayatla çok sık sohbet ettiyseniz karşınıza sizi üzmek için çıkan çaresiz ruhlar sizden tek bir söz işitemez. Eğer üzülmeye değer bir hikayeniz varsa size tavsiyem çok sağlam bir şekilde dibe vurmanızdır. Yalnızca bir defa! Dibe vurun ve oradan çıkmak için çabalamayın. Çünkü bir gün size kimsenin hiçbir şey yapamadığını gördüğünüzde acının bir kaldırma kuvveti olduğunu fark edeceksiniz. İşte güç benim ruhumun sınırları içinde budur. Kim bana ne yapabilir? Fiyakalı bir mutsuzluk verecek kadar yakışıklı bir kalbe kim sahip? Kendime mutluluk dilemiyorum, tıpkı kimseye mutluluk bahşetmediğim gibi… Fakat biraz üzüntü isterim. Bu güzel olur. Beni üzecek kadar geniş bir gövdeye sahip, kalbime hüzün dökecek kadar deli bir ruha sahip arsız birini alabilirim içime… İşte bu bana yaşadığımı hissettirir.

    Eğer benim gibi yeterince güçlüysen sana benzeyen insanlara seni üzmeleri için şans verirsin… Ve onlara bağışladığın bu şansı kullanamayacak kadar, seni üzecek kifayete sahip olamayacak kadar zayıf olduklarını gördüğünde; bu kalbini kırmaz. Bırak girsinler yaşamına, kalbine, yatağına, gözlerine, gamzelerine, saçlarına, yollarına… Bu sana hiçbir şey kaybettirmez. Bu seni yalnızca haklı çıkarır. Başından beri bildiğin doğruları kanıtlar. Olman gereken kişiye daha fazla yaklaştığını anlatır sana bu. Bu seni yalnızlaştırmaz, gürültülü kılar… Ve ben sanki, yüzyıllardır süre gelen gürültüme bağımlıyım. İçime eklediğim her yeni gürültüde kendime bir kez daha hayranım. Birkaç ucuz yalana sattığım bombalara, çelik yeleğe, silahlara ve yedek kurşunlara artık ihtiyacım yok. Hiç birini özlemiyor ve istemiyorum. Onlar olmadan da kırılmaz, dökülmez, parçalamaz, yanmaz ve yapışmaz olduğumu kanıtladım kalbime ve Tanrı’nın benden geri aldığı o sarışın fotoğrafa… İşte bu yüzden ben cehennemde cayır cayır yandıktan sonra cennete gidip orayı cehenneme çevirecek tek kadınım. Bu bahsettiklerim ‘’hiçbir şeye’’ tekabül ediyor. Ve doğruyu söylemek gerekirse günümüzde sahip olduğumuz ‘’hiçbir şey’’ ‘’her şeye’’ denk düşüyor.

    Siz de benim gibi hiçbir şeyseniz, her şeysiniz demektir.

    Afiyet olsun…





Elif Yaren