19 Temmuz 2012 Perşembe

LYME




    Kaynar sular dökülsün üzerimize. Hala çözülmemiş yerlerimiz var.

    Yazacak hiçbir şeyim olmadığını yazmak istiyorum. Bir noktadan sonra, eğer o noktaya vardıysanız yazacak hiçbir şeyiniz kalmıyor. İşte ben o noktada dönüp duruyorum kendi etrafımda. Kendi etrafımda ve senin etrafında... Senin etrafında… Senin. Etrafın. Bu yaşamın bir dengesi olduğuna inanmıyorum. Zamanın varlığına da. Kendi varlığıma da… Senin varlığına da… Varlığı bana ne ile açıklayabilirsiniz? Beni bırakın, ben yokum. Var olduğunuzu iddia ettiğiniz anda, tam o anda kendinize kendinizi nasıl açıklıyorsunuz ? Ben bunun için yazıyordum. Bunun ‘çin ! Artık kalmadı bir anlamı. Her fırsatta görüyorum o bardağın olmadığını. Sizin onun dolu ya da boş tarafı ile hayatı perişan ettiğiniz faciasına gülüyorum örneğin. Artık beni güldüren tek şey bu. Beni güldüren şeyi bırakın, benim gülümseyişim yok aslında. Peki sizi güldüren şeyler nedir ? Frenler… Yerçekimi… Tahrip olan hiçbir şeyle ölçülmemeli zaman. Gerçek matematiğe henüz kimse ulaşamadı. Ve kimse ona ulaşacak kadar uzun yaşamayacak. Bunu buradan görüyorum. Doğru biçim… Ortak reaksiyon… Sınıflandırmak ! Duyguları. Yoksulluğu. Seni. Beni. Bu mutfağı… Titreyen yerlerimi kesip atacağım ve ayakuçlarım üzerinde birkaç santim daha yükselip dudaklarına asılacağım. Dudaklarının varlığını ancak bu şekilde kanıtlayabilirim kendime. Çünkü benim dudaklarım varsa senin dudakların da vardır diyor zihnim bana. Fakat ben yokluğum konusunda ısrarcıysam. Israrcı ve oldukça sersem ! Senin dudakların da yok demektir… Hiç karmaşık değil aslında. Bak şimdi, bir trafik kazasına aşık olmak diyorum buna. Bunu anlamak için tırlara sarılıyorum. Bunu anlamak için otobanlara uzanıyorum otobanlaraaaaa. Keyfimden değil fakat keyifli oluyor böyle bağırınca. Kendi sesimi duymamak ödümü koparmıyor artık. Memnuniyetsizim. Daimi bir memnuniyetsizliği zihnimin merkezi halinde yaşatıyor ve yaşadığım her anın tepesine çıkmak için onu merdiven olarak kullanıyorum. Seni sevdiğim adam olarak son sürat kullanıyorum. Küllük kullanıyorum. King Crimson kullanıyorum. Rahatla. İlerideki virajda karşımıza çıkan ilk aracın altına gireceğiz. Bu bize biraz olsun iyi gelecek. İçim var olan ve olmayan her şeyi alacak kadar geniş. Benim acımın tek tanımı bu. Anlıyorsun… Şimdilik.
   Bir şeye şiddetle inanmamanın en ciddi inanış şekli olduğunu kavradığım bir gecenin içine doğru ilerliyorum. Kitapları bulduğunuz güne tükürüyorum. Takvimleri bulduğunuz güne tükürüyorum. Karbon isteyen tanrılara... Ulu orta bağıran aşklarınıza… Açlığınıza… Bağlanmaya olan açlığınıza tükürüyorum. Tükürmeyi iyi biliyorum. Bir zamanlar’la başlayıp pek çok ıvır zıvırdan söz edebilirim. Tükenmişliğin verdiği güçten ve sevgi sözcüklerinin gramajından… Fakat inanmıyorum. Yalnızca susma’ya sadık bir kadın olarak yazılanlara, çizilenlere, söylenenlere   i n a n m ı y o r u m. Dünya borsalarına, evrensel dillere, çiçeklere, tinere, efsanelere, göğün altına ve yerin üstüne sıkışmış olan hiçbir şeye inanmıyorum. Frenlerimin patladığı ani kıyametleri biliyorum. Gündüz ve gece tanıktır buna. Fakat onlara da inanmıyorum. Ne siyaha tam olarak inanabilirsiniz ne de beyaza. İnançsızlar ancak inançsızlığına tutunarak kalırlar hayatta. Eğer cinsiyetsizseniz ve sizi de bir yandan dolduran ve diğer yandan boşaltan musluklar mevcutsa bu daha da mümkündür.

   Dilerim kendi ayalarınızın dibi dışında bir başka yere düşmezsiniz…


-
Elif Yaren

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder