Kaynar sular
dökülsün üzerimize. Hala çözülmemiş yerlerimiz var.
Yazacak hiçbir
şeyim olmadığını yazmak istiyorum. Bir noktadan sonra, eğer o noktaya
vardıysanız yazacak hiçbir şeyiniz kalmıyor. İşte ben o noktada dönüp duruyorum
kendi etrafımda. Kendi etrafımda ve senin etrafında... Senin etrafında… Senin.
Etrafın. Bu yaşamın bir dengesi olduğuna inanmıyorum. Zamanın varlığına da.
Kendi varlığıma da… Senin varlığına da… Varlığı bana ne ile açıklayabilirsiniz?
Beni bırakın, ben yokum. Var olduğunuzu iddia ettiğiniz anda, tam o anda
kendinize kendinizi nasıl açıklıyorsunuz ? Ben bunun için yazıyordum.
Bunun ‘çin ! Artık kalmadı bir anlamı. Her fırsatta görüyorum o bardağın
olmadığını. Sizin onun dolu ya da boş tarafı ile hayatı perişan ettiğiniz faciasına
gülüyorum örneğin. Artık beni güldüren tek şey bu. Beni güldüren şeyi bırakın,
benim gülümseyişim yok aslında. Peki sizi güldüren şeyler nedir ? Frenler…
Yerçekimi… Tahrip olan hiçbir şeyle ölçülmemeli zaman. Gerçek matematiğe henüz
kimse ulaşamadı. Ve kimse ona ulaşacak kadar uzun yaşamayacak. Bunu buradan
görüyorum. Doğru biçim… Ortak reaksiyon… Sınıflandırmak ! Duyguları.
Yoksulluğu. Seni. Beni. Bu mutfağı… Titreyen yerlerimi kesip atacağım ve ayakuçlarım
üzerinde birkaç santim daha yükselip dudaklarına asılacağım. Dudaklarının
varlığını ancak bu şekilde kanıtlayabilirim kendime. Çünkü benim dudaklarım
varsa senin dudakların da vardır diyor zihnim bana. Fakat ben yokluğum
konusunda ısrarcıysam. Israrcı ve oldukça sersem ! Senin dudakların da yok
demektir… Hiç karmaşık değil aslında. Bak şimdi, bir trafik kazasına aşık olmak
diyorum buna. Bunu anlamak için tırlara sarılıyorum. Bunu anlamak için otobanlara
uzanıyorum otobanlaraaaaa. Keyfimden değil fakat keyifli oluyor böyle
bağırınca. Kendi sesimi duymamak ödümü koparmıyor artık. Memnuniyetsizim. Daimi
bir memnuniyetsizliği zihnimin merkezi halinde yaşatıyor ve yaşadığım her anın
tepesine çıkmak için onu merdiven olarak kullanıyorum. Seni sevdiğim adam
olarak son sürat kullanıyorum. Küllük kullanıyorum. King Crimson kullanıyorum.
Rahatla. İlerideki virajda karşımıza çıkan ilk aracın altına gireceğiz. Bu bize
biraz olsun iyi gelecek. İçim var olan ve olmayan her şeyi alacak kadar geniş.
Benim acımın tek tanımı bu. Anlıyorsun… Şimdilik.
Bir şeye şiddetle
inanmamanın en ciddi inanış şekli olduğunu kavradığım bir gecenin içine doğru ilerliyorum. Kitapları bulduğunuz güne tükürüyorum. Takvimleri bulduğunuz güne
tükürüyorum. Karbon isteyen tanrılara... Ulu orta bağıran aşklarınıza… Açlığınıza…
Bağlanmaya olan açlığınıza tükürüyorum. Tükürmeyi iyi biliyorum. Bir zamanlar’la
başlayıp pek çok ıvır zıvırdan söz edebilirim. Tükenmişliğin verdiği güçten ve
sevgi sözcüklerinin gramajından… Fakat inanmıyorum. Yalnızca susma’ya sadık bir
kadın olarak yazılanlara, çizilenlere, söylenenlere i n a n m ı y o r u m. Dünya borsalarına, evrensel
dillere, çiçeklere, tinere, efsanelere, göğün altına ve yerin üstüne sıkışmış
olan hiçbir şeye inanmıyorum. Frenlerimin patladığı ani kıyametleri biliyorum. Gündüz
ve gece tanıktır buna. Fakat onlara da inanmıyorum. Ne siyaha tam olarak
inanabilirsiniz ne de beyaza. İnançsızlar ancak inançsızlığına tutunarak
kalırlar hayatta. Eğer cinsiyetsizseniz ve sizi de bir yandan dolduran ve diğer
yandan boşaltan musluklar mevcutsa bu daha da mümkündür.
Dilerim kendi
ayalarınızın dibi dışında bir başka yere düşmezsiniz…
-
Elif Yaren
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder